Sayfalarımız şu ana kadarFree Web Site Counterkez ziyaret edilmiştir.
Aradığınız sözcükleri giriniz

OH 62: bir maymun türü

Evrimciler uzun süre Homo habilis adını verdikleri canlıların dik yürüyebildiklerini öne sürmüşlerdi. Böylece maymundan insana uzanan bir halka bulduklarını düşünüyorlardı. Oysa, 1986 yılında Tim White tarafından bulunan ve OH 62 olarak isimlendirilen yeni Homo habilis fosilleri bu iddiayı çürüttü. Bu fosil parçaları, Homo habilis'in günümüz maymunlarında olduğu gibi uzun kollara ve kısa bacaklara sahip olduğunu gösteriyordu. Bu fosil, Homo habilis'in iki ayağı üzerinde dik olarak yürüyebilen bir canlı olduğu iddiasının sonunu getirdi. Homo habilis, bir maymun türünden başka bir şey değildi.

Omurgalıların Kökeni

Kambriyen devrinde aniden ortaya çıkan hayvan filumlarından biri, merkezi bir sinir ağına sahip olan Chordata filumudur. Chordata ya da Türkçe'de kullanılan karşılığıyla "kordalılar"ın bir alt sınıfı omurgalılardır. Omurgalılar; balıklar, amfibiyenler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler gibi temel sınıflara ayrılırlar.
Evrimci paleontologlar, her canlı filumunu bir başka filumun evrimsel devamı olarak görmeye çalıştıkları için, kordalıların bir başka omurgasız filumundan evrimleştiğini iddia ederler. Ancak tüm filumlar gibi Chordata filumunun üyelerinin de Kambriyen devirde ortaya çıkmış olması, bu iddiayı ilk baştan tutarsız hale getirmektedir. Kambriyen devrinde belirlenen en eski kordalı, Pikaia adı verilen, uzun bir vücuda sahip ve ilk bakışta solucanları andıran deniz canlısıdır.132 Pikaia, atası olarak öne sürülebilecek tüm diğer filumlardaki türlerlerle aynı anda ve hiçbir ara form olmadan ortaya çıkmıştır. Evrimci biyolog Prof. Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvanlar adlı kitabında bu ara form yokluğunu şöyle ifade eder:
Kordalıların omurgasız hayvanlardan oluştuğu konusunda kuşku yoktur. Yalnız omurgasızlarla kordalılar arasındaki geçişi aydınlatacak bir fosilin bulunmaması, bu konuda birçok varsayımın ortaya atılmasına neden olmuştur.133
Eğer ortada bir ara geçiş formu yok ise, nasıl olur da "bu evrimin gerçekleştiği konusunda kuşku yoktur" denilebilir? Bir varsayımı, onu destekleyen delil olmadığı halde hiç kuşku duymadan kabul etmek, bilimsel değil dogmatik bir tavırdır. Nitekim Sayın Prof. Kuru, yukarıdaki ifadesinden sonra omurgalıların kökeni hakkındaki evrimci varsayımları uzun uzun anlattıktan sonra, ortada bir delil olmadığını bir kez daha kabul etmek durumunda kalmaktadır:
Kordalıların kökeni ve evrimi konusunda yukarıda belirtilen görüşler, herhangi bir fosil kaydına dayanmadığından, her zaman kuşku ile karşılanmıştır.134
Evrimci biyologlar kimi zaman "kordalıların ve diğer omurgalıların kökeni hakkında fosil kaydı bulunmayışının nedeni, omurgasız canlıların yumuşak dokulu olmaları ve dolayısıyla fosil izi bırakmamalarıdır" gibi bir açıklama öne sürerler. Oysa bu açıklama gerçekçi değildir, çünkü omurgasız canlılara ait çok sayıda fosil kalıntısı vardır. Kambriyen devri canlılarının hepsi omurgasızdır ve bu türlere ait on binlerce fosil örneği bulunmuştur. Örneğin Kanada'daki Burgess Shale yatağında yumuşak dokulu pek çok canlının fosili vardır; bilim adamları Burgess Shale gibi bölgelerde, canlıların oksijen oranı çok düşük çamur tabakaları ile aniden kaplandıklarını ve bu sayede yumuşak dokularının dağılmadan fosilleştiğini düşünmektedirler.135
Evrim teorisi, Pikaia gibi ilk kordalıların da zamanla balıklara dönüştüğünü varsayar. Ancak "kordalıların evrimi" iddiasını destekleyecek herhangi bir ara form fosili bulunmadığı gibi, "balıkların evrimi" iddiasını destekleyecek bir fosil de yoktur. Aksine, tüm farklı balık kategorileri, fosil kayıtlarında bir anda ve hiçbir ataları olmadan ortaya çıkarlar. Milyonlarca omurgasız fosili vardır, milyonlarca balık fosili vardır, ama hiç kimse tek bir tane bile ara form fosili bulamamıştır. Evrimci paleontolog Gerald T. Todd, "Kemikli Balıkların Evrimi" başlıklı bir makalesinde bu gerçek karşısında şu çaresiz soruları sıralar:
Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve aniden ortaya çıkarlar... Peki ama bunların kökenleri nedir? Bu denli farklı ve kompleks yaratıkların ortaya çıkmasını ne sağlamıştır? Ve neden kendilerine evrimsel bir ata oluşturabilecek canlıların izlerinden eser yoktur?136

Ontogenin filogeniyi taklit ettiği uydurması

bkz. Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisi
bkz. Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi)

Oparin, Alexander I.

"Kimyasal evrim" kavramının kurucusu olan Rus biyolog Alexander I. Oparin, tüm teorik çalışmalarına rağmen yaşamın kökenini aydınlatma yönünde hiçbir sonuç elde edemedi. 1936'da yayınladığı Origin of Life adlı kitabında şöyle diyordu:
Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır.137
Oparin'den bu yana evrimciler, hücrenin rastlantılarla oluşabileceğini ispat etmek için sayısız deney, araştırma ve gözlem yaptılar. Ancak yapılan her çalışma, hücredeki kompleks yaratılışı daha detaylı bir biçimde ortaya koyarak evrimcilerin varsayımlarını çürüttü.

Orak hücre anemisi

Evrimci biyologların "yararlı mutasyon" olarak sözünü ettikleri tek örnek, orak hücre anemisi hastalığıdır. Bu hastalıkta, kanda oksijen taşımaya yarayan hemoglobin molekülü bir mutasyon sonucunda bozulur ve yapı değişikliğine uğrar. Bunun sonucunda da hemoglobinin oksijen taşıma yeteneği ciddi bir biçimde zarar görür.
Orak hücre anemisine yakalanan insanlar, bu nedenle giderek artan bir solunum zorluğu çekerler. Ancak tıp kitaplarının kan hastalıkları bölümünde ele alınan bu mutasyon örneği, başta belirttiğimiz gibi bazı evrimci biyologlar tarafından çok garip bir şekilde "faydalı mutasyon" olarak değerlendirilmektedir. Bu hastalığa yakalanan kişilerin sıtmaya olan kısmi bağışıklıklarının evrimin bu kişilere bir "armağanı" olduğu söylenmektedir. Eğer bu mantıkla düşünülürse, genetik olarak kötürüm doğan insanların yolda yürümedikleri ve bu sayede trafik kazalarında ölmekten kurtuldukları da söylenebilir ve kötürüm olmak "yararlı bir genetik özellik" sayılabilir. Şüphesiz bu mantığın hiçbir tutarlı yanı yoktur.

Mutasyonların sadece bir tahrip mekanizması olduğu açıktır. Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı Pierre Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında yaptığı yorum, bu konuda oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları"na benzetmiştir. Ve harf hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluşturmaz, aksine var olan bilgiyi bozar. Grassé bu olguyu şöyle açıklamıştır:
Mutasyonlar, zaman içinde son derece düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde belirli bir yöne doğru kümülatif bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı değiştirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda çok küçük bile olsa bir düzensizlik oluştuğunda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaşam olgusu ile anarşi (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaşma yoktur.138
İşte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler."139

Organize sistem

bkz. Düzenli sistem; öz-örgütlenme saçmalığı

Orgel, Leslie

Olasılık hesapları, proteinler ve nükleik asitler (RNA ve DNA) gibi kompleks moleküllerin tek tek tesadüfen oluşmalarının imkansız olduğunu göstermektedir. Önde gelen bazı evrimciler bu konuda itiraflarda bulunurlar. Örneğin San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in çalışma arkadaşı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel şöyle demektedir:

Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır.140

Ormandan açık alana geçiş masalı

19. yüzyılda genetik bilimi ve kalıtım kanunları tam olarak bilinmediğinden Darwin ve onu izleyen erken evrimciler için iki ayaklılığın açıklanması kolay gibi görünüyordu. En popüler teori, Afrika'daki savanlarda yaşayan maymunların yüksek otların üzerinden bakabilmek için boyunlarını uzattıkları, böylece iki ayaklılığın oluştuğuydu.141Ancak bu Lamarckist teorinin tamamen yanlış olduğunun anlaşılması uzun sürmedi.
Günümüz evrimcilerinin ise, iki ayaklılığın kökeni hakkında öne sürdükleri tek bir tez vardır. Ancak bu tez incelendiğinde, evrimciler tarafından "kötünün iyisi" mantığıyla ortaya atılan bu teorinin de, aynı bunlardan öncekiler gibi, iki ayaklılığın kökenini açıklamaktan uzak olduğu görülür. Söz konusu "ormandan açık alana geçiş teorisi"ne göre, maymunlar ve insanların ataları bir zamanlar ormanda birlikte yaşamaktadırlar. Ormanlık alanların daralması veya başka bir sebepten dolayı bazıları açık alana geçerler ve adaptasyon sonucu iki ayaklılık doğar. Böylece ağaçlardaki maymunlarla, açık arazideki iki ayaklı insanlar arasındaki fark açılır ve ikisi de kendi yönlerinde evrimleşmeye başlarlar.
"Ormandan açık alana geçiş teorisi", en çok taraftar bulan teori olmasına karşın, son derece temelsizdir. Çünkü, böyle bir adaptasyonun olabilmesi moleküler seviyede mümkün değildir. Böyle bir şeyin gerçekleştiği farzedilse bile, fosil kayıtlarında bunun hiçbir delili yoktur. Dahası, bu teoriye göre, 10-15 milyon yıl önce Doğu Afrika'daki ormanların yavaş yavaş küçülmeye başlamış olmaları gerekmektedir. Oysa yapılan araştırmalar, bunun tam tersini ispatlayarak, Doğu Afrika'da böyle bir oluşumun hiçbir zaman gerçekleşmediğini göstermiştir.142Yani Doğu Afrika'da ormanlık alandan savan ortamına geçiş, hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Bu bölgede bugün görülen bitki yapısı, milyonlarca senedir hiç değişmemiştir.
Sırf mantık yoluyla incelendiğinde dahi, iki ayaklılığın kökeni ile ilgili söz konusu teori kabul edilemez durumdadır. Ağaçların yok olması durumunda maymunların yapacağı en doğal hareket, başka bir bölgeye göç etmek olacaktır. Ya da bu maymunlar doğal ortamlarının tahrip edilmesi sonucu yok olup gideceklerdir. Maymunların herhangi bir şekilde ağaçlardan inip yer ortamına adapte oldukları teorisinin hiçbir dayanağı yoktur. Evrimci bir görüşe sahip olan Uluğ Nutku, ormanların daralması açıklamasının yetersizliğini şöyle itiraf eder:
İnsanlaşma olayını başlatan etken olarak ormanların daralması ileri sürülebilir. Bu paleontolojik bir veridir. Napier'nin tezi buna uygun, ama şu soruyu konu dışı bırakıyor; bir hayvan cinsi ormandan çıkıp insanlaşma yoluna giderken onun en yakın akrabası olan maymun neden ormanda kaldı? Spekülasyonun dozunu azalttıkça bu soruya cevap bulmak güçleşiyor, hiç olmazsa şimdilik. Yüzyılın başlarında antropoloji çok gençken Hermann Klaatsch'ın verdiği cevap çok ilginçti. Klaatsch'a göre hominid maymunlar da insanlaşmaya doğru atıldılar ama onlarınki "talihsiz bir çabaydı". Onlar evrimde yukarı çıkamadılar ve "ormanların koruyucu karanlığına" geri çekildiler. Ama bu kez de "maymun neden başaramadı?" sorusu akla geliyor.143
Sorular, "maymun neden başaramadı?" sorusundan çok daha fazladır ve bu soruların tamamı cevapsızdır.

Ortak ata Yalanı

Bu yorum Darwin tarafından ortaya atılmış ve onu izleyen tüm evrimciler tarafından tekrarlanmıştır. Bu iddiaya göre, canlıların benzer organlara sahip olmalarının nedeni, ortak bir atadan evrimleşmiş olmalarıdır.144Örneğin tüm omurgalı kara canlılarının beş parmaklı el ve ayak yapılarına sahip olması, evrimcilere göre, hepsinin ortak bir atadan (karaya çıktığı varsayılan ilk balıklardan) gelmesinin sonucudur.
Evrim teorisinin 20. yüzyılın başlarından itibaren bilim dünyasına hakim olmasıyla birlikte, benzerliklere getirilen bu yorum kabul görmüştür. Canlılardaki her benzerlik, aralarındaki evrimsel bir ilişkinin kanıtı olarak yorumlanmıştır..
Oysa son 20-30 yıl içinde elde edilen bulgular, durumun hiç de öyle olmadığını göstermektedir.

Özetle;

1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel bağ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile "homolog" (benzer) organların var olması,

2- Benzer organlara sahip canlılarda bu organların genetik şifrelerinin çok farklı olmaları ve3- Bu organların embriyolojik gelişim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluşturmadığını göstermiştir.

Birbirlerine benzer organlara sahip canlıların, aralarında hiçbir evrimsel ilişki kurulamayacak kadar uzak canlılar olduğu anlaşılmıştır.145

Canlılardaki benzerliklere Darwin'in getirdiği "ortak ata yalanı"nın geçerli olması için, bu benzerliklerin genetik olarak birbirlerine çok benzeyen canlılarda olması gerekir. Eğer benzerlikler, genetik olarak birbirlerinden çok farklı canlılarda ise, bu durumda "ortak ata yorumu" geçerliliğini kaybeder. Aksine, "ortak yaratılış gerçeği"nin doğru olduğu anlaşılır. (bkz. Ortak tasarım) Çünkü genetik yönden çok farklı olan canlılar arasında evrimsel bir ilişki iddia edilemez. (Ayrıca bkz. Homoloji)

Ortak tasarım

Canlılardaki benzer organlar ya da benzer moleküler yapılar, bu canlıların ortak bir atadan evrimleştikleri teorisine hiçbir destek sağlamamaktadır. (bkz. Homolog organ) Aksine, bu benzerlikler, canlılar arasında kurulabilecek her türlü hiyerarşik evrim şemasını imkansız hale getirmektedir. İnsan, bir protein karşılaştırmasına göre tavuklara, bir diğer karşılaştırmaya göre nematod solucanlarına, bir başka analize göre de timsahlara "benzer" gibi çıkıyorsa, insanın bu canlılardan herhangi birinden ya da başka hiçbir canlıdan evrimleştiği öne sürülemez.
Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carolus Linnaeus ya da Richard Owen gibi
bilim adamları, bu organları "ortak yaratılış" örneği olarak görmüşlerdir. (bkz. Linnaeus,
Carolus)
Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesadüfen evrimleşmemişlerdir. Aksine belirli bir işlevi görmek için yaratılmışlardır ve bu nedenle benzerdirler. Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu "ortak yaratılış" açıklaması olduğunu göstermektedir. (bkz. Ortak ata yalanı)

Orthogenezis saçmalığı (yönlendirilen seçme)

Ortogenez (Orthogenesis), artık evrim teorisinin kendi savunucuları tarafından da kabul görmeyen eski bir tezdir. Bu tez, canlıların çevre şartlarına göre değil, sadece kendi genetik yapılarına göre evrimleştiklerini varsayar. Ortogenez görüşüne göre, canlı türlerini belirli bir yapıda evrimleşmeye doğru yönlendiren bir tür iç program vardır. Bu görüş nedeniyle ortogenez "önceden belirlenmişlik tezi" olarak da adlandırılır. Hiç bir bilimsel kanıta vayanmayan bu varsayım, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geçerliliğini yitirmiştir.

Ota Benga

Darwin İnsanın Türeyişi adlı kitabıyla, insanın maymun benzeri canlılardan evrimleştiğini iddia ettikten sonra, bu senaryoyu destekleyecek fosil arayışı başladı. Ancak bazı evrimciler "yarı maymun-yarı insan" canlıların sadece fosil kayıtlarında değil, dünyanın farklı bölgelerinde canlı olarak da bulunabileceğine inanıyorlardı. 20. yüzyılın başlarında bu "canlı ara geçiş formu" arayışları bazı vahşetlere neden oldu. Bu vahşetlerden biri, "Ota Benga" adlı pigmenin hikayesiydi.Ota Benga, 1904 yılında, Samuel Verner adlı evrimci bir araştırmacı tarafından Kongo'da yakalanmıştı. Adı, kendi dilinde "dost" anlamına gelen yerli, evli ve iki çocuk babasıydı. Ama bir hayvan gibi zincirlendi, kafese kondu ve ABD'ye götürüldü. Buradaki evrimci bilim adamları, St. Louis Dünya Fuarı'nda onu çeşitli maymun türleriyle birlikte kafese koyarak "insana en yakın ara geçiş formu" olarak teşhir ettiler. İki yıl sonra ise New York'taki Bronx Hayvanat Bahçesi'ne götürdüler ve birkaç şempanze, Dinah adı verilen bir goril ve Dohung adı verilen bir orangutan ile birlikte "insanın eski ataları" adı altında sergilediler. Hayvanat bahçesinin evrimci müdürü Dr. William T. Hornaday, bu nadide "ara geçiş formu"na sahip olmanın kendisine verdiği gurur hakkında uzun konuşmalar yapmış, ziyaretçiler de kafese konan Ota Benga'ya sıradan bir hayvan gibi davranmışlardı. Ota Benga, sonunda maruz kaldığı uygulamaya dayanamayarak intihar etti.146
New York Times gazetesinin o dönemde yayınlanan bir nüshasında ziyaretçilerin tavrı şöyle aktarılıyordu:
... parkta 40.000 ziyaretçi vardı. Bu kalabalıktaki hemen hemen her erkek, her kadın ve her çocuk parktaki Afrikalı vahşi adamı görmek için maymun kafesini ziyaret ediyordu. Uluyarak, alay ederek, bağırıp çağırarak pigmeyi rahatsız ediyorlardı...147

New York Journal gazetesinin 17 Eylül 1906 tarihli nüshasında ise, bu uygulamanın evrimi kanıtlamak için yapıldığı, ancak büyük bir haksızlık ve zulüm olduğu şöyle vurgulanıyordu:
… Bu insanlar düşüncesizce ve akılsızca bir maymun kafesinin içerisinde Afrika'dan getirilen küçük bir insan cücesini sergilemişlerdi.
Onların düşüncesi muhtemelen evrimdeki bazı derin dersleri insanlara öğretmekti. Aslında başarılan tek sonuç, bu ülkenin beyazlarından, en azından sempati ve nezaketi hakkeden Afrika ırkının vahşet gösterilerine maruz kalması, ardından da hor görülmesidir.
Aynı güç tarafından yaratılan, hepimizi aynı yere yerleştiren, aynı hisleri ve aynı ruhu lütfeden Allah'a karşı fiziksel eksikliği olan bir insanı maymunlarla bir kafese kapatmak ve bunu alay konusu edinmek çok ayıp ve iğrençtir...148
New York Times gazetesi de, Ota Benga'nın evrimi kanıtlama amacıyla hayvanat bahçesinde sergilendiği konusuna yer verdi. Hayvanat bahçesinin Darwinist müdürünün yaptığı savunma ise son derece vicdansızcaydı:
Geçen hafta New York hayvanat bahçesinde, aynı kafeste bir Afrikalı pigmeyle bir orangutanın sergilenmesi çok fazla eleştirinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bazı kişiler zenciler ve maymunlar arasındaki yakın bir akrabalığı göstermek için bunun müdür Hornaday tarafından gerçekleştirilen bir teşebbüs olduğunu deklare ettiler. Dr. Hornaday bunu inkar etti. ''Eğer bu küçük adam bir kafesin içerisindeyse orası en konforlu yer olduğu içindir ve biz de onunla ilgili başka ne yapacağımızı bilmediğimizdendir. Ota Benga hiçbir manada bir tutuklu değildir, fakat hiç kimse yanında birileri olmadan şehirde dolaşmasına izin vermenin akıllıca olduğunu söyleyemez…149
Ota Benga'nın hayvanat bahçesinde gorillerle birlikte, bir hayvan gibi sergilenmesi birçok çevrede rahatsızlık oluşturdu. Bazı kuruluşlar, Ota Benga'nın bir insan olduğunu, bu şekilde davranılmasının büyük bir acımasızlık olduğunu belirterek, bu uygulamanın durdurulması için yetkililere başvurdular. Bu başvurulardan biri New York Globe gazetesinin 12 Eylül 1906 tarihli nüshasında şöyle yer almaktaydı:
Globe'un editörüne;
Güneyde yıllarca yaşamış biriyim ve sonuçta zencilere karşı fazla müsamahakar biri değilim. Fakat onun insan olduğuna inanıyorum. Bu büyük şehrin yetkililerinin Bronx parkında şahit olunan böyle bir görüntüye -zenci bir erkeğin bir maymun kafesinin içerisinde sergilenmesine- izin vermelerinin bir ayıp olduğuna inanıyorum...Bu pigme meselesi bir araştırma ve incelemeyi gerektirmektedir...150


Ototrof görüşün safsataları

Tüm canlı organizmaların hayatta kalmaları için besine ihtiyaç duydukları düşünülecek olursa, ilk canlının da kendi besinini kendisinin yapması gerekliliği ortaya çıkar. İşte bu görüşe göre ilk canlı kendi besinini üretebilen ototrof bir canlıdır. Diğer canlılar da bunlardan meydana gelmiştir. Ancak bugünkü anlamda ototrofların, dünyanın oluştuğu ilk günlerdeki gibi olumsuz ve basit çevrede oluşması mümkün değildir. Ototrofların bu ilk kompleks yapıyı kazanmaları için milyonlarca yıllık değişime uğramaları gerekir.
Ototrof görüşü ilk canlının, kompleks bir organizma olarak basit bir çevrede oluştuğunu ileri sürer. Fakat canlının oluşumunu açıklamaktan ziyade ilk canlının nasıl beslendiğini açıklayan görüştür. İlk ototrofun nasıl meydana geldiğini açıklamadığı için de fazla destek bulamamıştır.151

Kaynak

132. Douglas Palmer, The Atlas of the Prehistoric World, Dicovery Channel, Marshall Publishing, London, 1999, s. 66.
133. Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvanlar, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1996, s. 21.
134. Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvanlar, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1996, s. 27.
135. Douglas Palmer, The Atlas of the Prehistoric World, Dicovery Channel, Marshall Publishing, London, 1999, s. 64.
136. Gerald T. Todd, "Evolution of the Lung and the Origin of Bony Fishes: A Casual Relationship", American Zoologist, vol. 26, no. 4, 1980, s. 757.
137. Alexander I. Oparin, Origin of Life, 1936, New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s. 196.
138. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, ss. 97, 98.
139. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 88.
140. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, vol. 271, October 1994, s. 78.
141. Donald Johanson, "Comment J'ai Trouvé le Passage du Singe a L'homme: Du Nouveau Sur Les Ancetres De L'Homme", Cahier Sciences du Figaro-Magazine, 1983, s. 110.
142. J. D. Kingston, B. D. Marino, A. Hill, "Isotopic Evidence for Neogene Hominid Paleoenvironments in the Kenya Rift Valley", Science, vol. 264, 1994, ss. 955-959.
143. Uluğ Nutku, Felsefe Arşivi, Edebiyat Fakültesi, vol. 24, 1984, s. 86; Hermann Klaatsch, Der Werdegang der Menscheit und die Entstehung der Kultur, Deutsches Verlagshaus, Berlin, 1920, s. 93.
144. http://mail.ncku.edu.tw/~y1357/course/Darwinism.html
145. http://www.netcevap.org/bilimteknik0102.html
146. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Ota Benga: The Pygmy in The Zoo, Delta Books, New York, 1992.
147. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, October 1993, s. 269.
148. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, October 1993, s. 267.
149. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, October 1993, s. 266.
150. A. E. R., New York, 12 Eylül.
151. Özer Bulut, Davut Sağdıç, Selim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Basımevi, İstanbul, 2000, s. 183.